Zihinle ilgili felsefi ve bilimsel temelleri Descartes ile aramaya başlayalım. Descartes sonradan Kartezyanizm adı verilecek bir düalizmi savunuyordu. Düalizm, fiziksel ve tinsel olanın ayrımına dayanır. Bunun yanına istenççiliği de ekleyen Descartes, özgür iradeye dayanan bir düalizmden bahseder. Zihin, fiziksel bir bedenin içinde yer alan tinsel bir yapıdır ve onu yönlendirir. Tıpkı bir şoförün arabasına yaptığına gibi. İşte özgür iradeyi burada yer alır. Ancak bunun geçerliliğini sadece insanlar için belirlemiştir. Hayvanları ise sadece fiziksel varlıklar olarak konumlandırmıştır.
Burada düalizm materyalizmin karşıtı olarak kabul edilebilir pratik olarak. Ancak temelde materyalizm monist yaklaşımın şekillerinden biridir, yalnızca fiziksel şeylerin var olduğunu ve birbirini etkilediğini söyler. Bugünkü bilimin temel aldığı ve hakkında düşünce üretilmeye devam edilen en yaygın monizm çeşididir. Bunun dışında sadece tinsel şeylerin, materyal olmayan şeyler olduğunu söyleyen idealistler bizim deneyimimiz dışında fiziksel maddelerin var olmadığını belirtir. Biz uyaranları duyularımızla bir araya getirip zihnimizle şekillendirdiğimizde varlığı ortaya çıkarırız. Bir de ne fiziksel ne de tinsel bir şey olduğunu söyleyen, her ikisinin de tek bir temele dayandığını iddia eden nötral monistler vardır.
Bu yaklaşımların düalistlere olan karşı argümanlarının ilki, düalizmin çeşidi olan interactionism yani etkileşimciliğedir. Etkileşimciliğe göre fiziksel ve tinsel olan ayrıdır. Bir noktada bir birleriyle etkileşime geçer ve birbirlerini etkilerler. Böylelikle ayağa kalkmak istediğimizde zihnin bu mesajı fiziksel olanla etkileşime geçer ve vücudumuz hareket eder.
İşte buna karşı olan ilk materyalist argüman modern bilimdeki enerjinin korunumu kanununu hiçe saydığı, açıklayamadığı le ilgilidir. Ben ayağa kalktığımda oluşan kinetik enerji ile enerji miktarı yükselir. Buna karşılık bir enerjinin de düşmesi gerekmektedir ki toplamdaki enerji miktarı eşit kalsın. Oysa fiziksel olan her tinsel olanla buluştuğunda enerji artışı karşılıksız kalmış olurdu. Düalistlerin buna cevabı tinsel zihnin aynı anda vücut içinde bazı enerji kayıpları sağlayıp durumu açıkladığını söylese de bu çok zorlama kalabilir.
İkinci olarak materyalist eleştiriyi, düalistleri ilk sorundan kurtardığına inanan epifenomenalistlere yöneltilir. Epifenomenalizm, fiziksel şeylerin mental olan üzerinde etkisi olduğunu ancak tinsel olan zihnin fiziksel şeylerin üstünde etkisi olmayacağını belirtir. Bu da enerji korunumunu sağlasa bile temas sorununu ortaya çıkar. Davuldan çıkan sesi düşünelim. Kulağımıza gelip deneyimimizi oluşturan son bir nöral aktivite gerekir. İşte düalistler son nöral aktivite demezler oradan tinsel olana temas vardır. Burada davul titrer, biz görmesek de hava molekülleri birbiri ardı titreşerek sesi bizim kulağımıza getirir. Hiçbir nedensellik temassız olamaz, tinselin yüzeyi olmadığı için fiziksel olaylar dizisi tinsel zihne aktarılamaz. Düalistlerin buna cevabı ise hem fiziksel hem de tinsel /mental olan şey 3. bir faktör tarafından etkileniyor olabileceğidir- mesela nöral aktivite. Dahası fiziksel şeyler arasındaki etkide bile her zaman temas olmadığını gösteriri düalistler. Kütle çekimi bunu gösteren şeylerden biridir. Ay ve Dünya birbiri ile temasta olmasa da gel-gitler oluşur.
Üçüncü tip düalizm ise nedensellik ve temas sorununa çözüm getirdiğini söyleyen paralelizmdir. Buna göre tinsel olan tinseli etkiler, fiziksel olan da fizikseli. Bu iki çizgi paralel devam eder birbirine ve ikisi arasında nedensellik yoktur. Peki diyelim ki zihnimizde susadığımızı hissettiğimizde nasıl oluyor da kısa süre sonra fiziksel olarak su içme eyleminde bulunuyoruz? Paralelistlerin buna cevabı ise, Tanrı. Birbirinden bağımsız 2 olaylar silsilesini birbirine paralel duruma getirenin Tanrı’nın iradesi olduğunu söylüyorlar. Şahsi fikrim bunun epey zorlama bir açıklama olması yönünde. Tanrı bu paralellik için pratik bir nedensel sistem oluşturabilirdi.
İşte zaten materyalist argüman da buna temas ediyor tüm düalizm çeşitlerine karşı sundukları 3. Argüman ve bilimin en temel prensiplerinden olan Ockham’ın usturası prensibi ile. Orta Çağ’da William Ockham tarafından formüle edilen prensibe göre eğer iki teori bir olayı eşit derecede iyi açıklıyorsa daha basit olan kabul edilir. Diyelim Teori 1, bir olayı 3 madde ile açıklıyor, teori 2 aynı olayı eşit derecedeki bir yetkinlikle 15 maddede açıklıyor ise ilk teori geçerli kabul edilir.
Evrende tek tür bir öz olması 2 çeşit (fiziksel ve tinsel) olmasından çok daha basittir. Temas, nedensellik, etki gibi şeyleri araştırmaya gerek kalmaz ve uzun zamandır bilim, dayandığı materyalizm ile evrendeki birçok şeyi kavramamızı sağlayan ve sadece daha iyi değilse düalizm kadar iyi bir açıklama getiren en önemli metodtur.